28 Kasım 2011 Pazartesi

Yaratıcı Kişiler sağlıklı bir psikolojiye mi sahip?

1-      Yaratıcı kişiler, psikolojik açıdan rahatsız kişilerdir.(Sigmund Freud)
2-      Yaratıcı bireyler psikolojik açıdan sağlıklı kişilerdir. (Carl Gustav Jung)


FREUD’UN GÖRÜŞÜ
           Yaratıcılık, sıra dışı bir algılama, düşünce ve eylem süreciyle oluşur. Freud yaratıcılığın kökeninin bilinç dışında olduğunu söyler. Freud'a göre sanatçıların yapı olarak içe dönük ve nevroza yakın olmaları bundandır. Ona göre sanatçı, güçlü içgüdüsel gereksinimlerini doyuramadığı için gerçeklikten uzaklaşarak tüm ilgisini ve libidosunu bir fantezi dünyasına aktarır. Bu nedenle de yaratıcılık sanki bir tur "işlev bozukluğu" gibi dışa vurur. Yaratıcı insanların hafif "tuhaf" görünmeleri bundandır.
         Freud sanatsal yaratıcılık konusunda “yüceltme” mekanizmasının altını çizmiştir. Kastettiği etkilenebilme yetisidir. Freud yaratıcılığı gündüz düşlerine benzetmiştir. Gündüz düşleri ve fanteziler esas olarak tatmin olmamış kişilere özgü olduğundan, Freud gündüz düşleri kuranları da, yaratıcı kişileri de, özünde mutsuz insanlar olarak algılar. Ayrıca Freud, alt benliğin birincil düşünce süreçleri tanımlarken “dürtü enerjisinin kendilerine bağlanarak boşaltacağı nesneleri tanımak; bu nesnelerin sağladığı tatmini anımsamak, bu tatmini ve nesneyi imgelemde yeniden yaratarak bilinç alanına yansıtmak’’ gibi işlevlere dikkat çeker. “Hafıza, algısal işlevin zihninde yeniden üretilmesini, imgeleme yeteneği ise imgesel bir tatmin duygusunun gerçek tatmin duygusunun yerini almasını sağlar”(Conigliaro). Freud sanatçının yapıtında gündüz düşlerini gizlediğini, böylece egosunu teşhir etmeyerek diğer egoları rahatsız etmeden yapıtın egoistik doğasını yumuşattığını belirtir. Holland da başarılı bir eser için egoistik materyalin gizlenmesi gerektiğini savunmuştur.
        Psikoanalitik Kuram yaratıcılığın kökeni, atılımları ve sapmaları ile en çok ilgilenen kuramdır. Kuramın öncüsü Sigmund Freud'dur. Sigmund Freud'un öncülüğünü yaptığı psikoanalitik görüşe göre yaratıcı kişi, doyuma erişmemiş, bilinçaltı enerjilerine bir çıkış yolu bulmak için, kısmen gerçek dünyasından ayrılarak bir fanteziye sığınır. Ona göre, yaratıcılığın anlamının parçası, çocuklukta başlamış olan oyunun bir devamıdır. Freud'un kuramında, sanatçının nevrozlu bir kişiyle benzerlikleri ve ayrılıkları vardır.


                                             CARL GUSTAVE JUNG’UN GÖRÜŞÜ
Sanatçının kişiliği ve yaratıcılığı konusundaki karşıt görüş C.G. Jung'dan gelir. Jung bu konudaki düşüncelerinin ilk basamağında, sanat uğraşının doğal olarak sanatçı açısından psikolojik bir yönünün bulunduğunu, ancak, psikoloji-sanat ilişkisi söz konusu olduğunda, sanatın özüne zarar vermeyen bir yaklaşım içinde olmak gerektiğini, gerçekte sanat eserinin ne olduğuna sanat estetikçilerinin karar verebileceğini belirtiyor. Ancak sağlıklı bireylerin sanat eseri yaratabileceklerini söyleyen Jung'a göre, psikanalist bir nevroz olgusunu, mesleğinin merceği ile bakarak bir sanat yapıtı gibi görebilir. Fakat sanat yapıtının tıpkı nevroz gibi aynı psikolojik koşullar altında doğduğu tartışılmaz gerçeğine karşın, aklı başında, meslekten anlayan birinin patolojik bir olguyu sanat yapıtıyla karıştırmayacağını, ister nevrozlu bir aydın için, ister şair için isterse normal bir insan için olsun, söz konusu koşulların aynı ve değişmeden kaldığını söyler. Bu insanların hepsinin ana-babalarının bulunduğunu, her birinde bir baba ya da ana kompleksinin söz konusu olduğunu, hepsinin cinselliği tanıdıklarını, dolayısıyla bu kişilerin de bazı ortak ve insana özgü güçlüklerinin olmasının olağan olduğunu belirten Jung, tüm bunların her normal insanda da görülecek şeyler olmasını bir sanat yapıtının eleştirilmesinde belirli bir kazanç sayılamayacağını vurgular. 

Sigmund Freud, yaratıcı kişilerin sağlıksız olduğunu,içsel dünyalarında tatmin olamadıkları için, yaratıcı  çalışmalarla bunları telafi ettiklerini vurgulamaktadır. Fakat burada unutulmaması gereken bir şey var: yaratıcılık öğrenilebilir, zamanla geliştirilebilir bir kavramdır. Eğer Freud’un teorisini kabul etseydik yaratıcılığını geliştiren insanların gittikçe sağlıksız bir psikolojiye doğru yol aldıklarını söylemek zorunda olacaktık. Bunun gerçeği yansıtan bir yanının olduğunu düşünmüyorum. Freud’un iç gereksinimlerini doyuramayan insanların yaratıcı olduğu teorisini ele alırsak, kişilerin içsel dünyalarını sanat yoluyla ifade edebilecekleri gerçeğini görmemz gerekiyor. Çünkü bu da bir iletişim şeklidir. Asıl önemli nokta ise ki tamamen benim kişisel yorumum; yaratıcı dsürecin estetik kaygıyla doğru orantılı olduğudur. Sanatçılar bir konuyu işlerken, o konunun farklı ve göze hoş gelebilmesi için yaratıcı süreçten faydalanırlar ve istediklerini en iyi şekilde anlatmak için çalışabilirler.
Yaratıcılık üzerinde çalışma yapan Freud; yaratıcı kişiler hakkındaki görüşlerini Bethoven, Mozart gibi sanatçılar üzerinde yaptığı çalışmalara dayandırır. Bu kişiler fiziksel iletişim engellerine rağmen yaratıcı zekalarını ortaya koymayı başarmışlardır evet bu noktada Freud’un şartların zorluğu yartıcılığı tetikleyebilir görüşünü destekliyorum. Zorlu şartlar kişileri yaratıcı düşünmeye mecbur bırakabiliyor.

Yapılan bazı fizyolojik çalışmalara baktığımda nevrozlu insanların beyinlerinde gerçekleşen değişimlerle , yaratıcı kişilerin beyninde gerçekleşleşen değişimlerin birbirlerine paralel olduğu gözükmektedir. Bu freud’un görüşünü destekleyen bir olgu olmasına rağmen tek bir genellemeyle, yaratıcılığı belirli kalıplara sokmanın doğru olmadığı kanısındayım. Bir örnek vermek gerekirse ; Freud yaratıcı insanların mutlu olamadıklarını savunur. O halde bakış açısını şu soruyla değiştirelim: Mutlu ve  yaratıcı zekaya sahip hiç mi sanatçı yok? Tabiki var; o halde yaratıcılık konusuna farklı alanlardan bir bütün olarak bakmak gerekiyor.
Carl Gustave Jung kollektif bilinçaltı kavramıyla; insan kişiliği üzerinde toplumsal bilinçaltını etkili olduğu görüşünü savunur. Kollektif bilinçaltında saklı olanları ortaya çıkaran sanatçılar Jung tarafından yüceltilmiştir. Kollektif bir bilinçaltından söz ediyorsak sanatçılar toplumsal bilinçaltını yaratıcılıklarıyla günümüze taşıyabilmektedir. Yaratıcı sanatçıların ya da kişilerin sağlıklı oldukları düşüncesindeyim. İnsanlar doğduklarından beri sürekli  yeni bir şeyler ortaya koyabilme, üretebilme, farklı şeyler yapabilme güdüsüne sahiptirler. Eski çağlardan günümüze bakarsak, insanların yaratıcı zekalarını kullnamaları toplumsal gelişimi ortaya çıkartmıştır. Gidilen yoldan değilde , başka yollar,yüntemler aramaya cesaret etmek, aykırı düşünmeye çalışmak sanata ve insanlığa brçok değer katmıştır.
Edebiyatçılar, müzisyenler, tiyatrocular, heykeltraşlar, sinema sanatçıları ve diğer tüm sanatçılar yaratıcılıklarıyla değer üretmiş insanlardır. Bu insanların akıl sağlığının olmadığını düşünmek, insanların kendilerini ifade edebilme hakkının olduğu gerçeğini yok saymaktır. Tabi burada yaratıcı insanların hepsinin psikolojik sağlığı yerindedir gibi bir genelleme yapma niyetinde değilim. Tam tersine burada ifade etmeye çalıştığım düşüncem yaratıcı insanları bütün olarak değerlendirip, bir yargıya varamayacağımız gerçeğidir. Çünkher insan özünde farklı özelliklere sahiptir. Mutlu, yaratıcı, sağlıklı sanatçılar olabileceği gibi, tam tersi bir olasılıkta söz konusudur. İnsanlar kendilerini ifade ederken sanatsal kaygılar da duyabilirler, içsel boşluklarını tatmn etmekte istiyor olabilirler. Bu açıdan yaratıcığın insan sağlığı üzerindeki etkisinin kişiden kişiye göre değişeceğini, genellemele yapılamayacağı kanısındayım.



24 Ekim 2011 Pazartesi


      Görseldeki Kahramanlarımızdan bir tanesi 4 büyük peygamberden biri olan Musa, diğeri teknolojiye kattığı yeniliklerle adı tarihten silinmeyecek olan bir isim Steve Jobs. Fotoğraftaki 2 isim farklı konularda da olsa inovasyonu benimsemiş ve yol gösterici olmuş kişilerdir. Musa bir peygamberdi ve insanlara yaşamın kurallarını, gerçeğin yolunu göstermekle yükümlüydü. Steve bir peygamber değil; zaten buradaki amacımız bir peygamberle, günümüzde yaşamış bir insanı karşılaştırmak değil,  amaç Steve’in yaptıklarıyla teknoloji ve iletişim dünyasına nasıl yeni bir yol çizdiğinden ibarettir.
                 Steve Jobs neler yaparak, teknolojinin pusulasını belirledi sorusunun cevabını biraz karıştırmamız gerekiyor diye düşünüyorum. Yaptığı çalışmalara baktığımızda çoğunlukla yeniliğe önem verdiğini görüyoruz. Mevcut olanla yetinmeyen, sürekli değişimle bir değer ürettiğini görebiliriz. Ipot’ a bir bakalım tasarım olarak hepsinden farklı, tekerleği andıran yapısıyla diğerleri arasında çabucak ön plana çıkabilen bir tarza sahiptir. Bu Apple’in yenilikçi ve farklılık oluşturucu tarzını yansıtmaktadır.
             Apple sadece yaptığı ürünlerin tasarımını yenileyerek bir yerlere ulaşan bir marka değildir. Çünkü Apple için tasarım sadece görüntüde değil, işlevdedir felsefesi işlemektedir. Ipad’e bakalım bir, sadece bir tasarımdan mı ibaret; kesinlikle hayır. Ipad insanlara teknolojik olarak diğerlerinde olmayan, diğerlerine benzemeyen birçok farklılık sunmuştur. Gazete alarak okuyan insanlar artık ıpad uygulamalarıyla birlikte tablet bir gazeteye sahip olmaya başlamışlardır. Bu sadece bir teknoloji gelişimi değil, teknolojinin yönünü tayin etme işidir.
 
       Apple ve Steve Jobs yaptıklarıyla insanlığa yeni değerler üretmeye çalışmışlarıdır ve bunu yaparken farklılaşmayı benimsemişlerdir. Apple’ in yaptığı reklam kampanyalarında zaten bunu açık bir şekilde yansıtıyor.  Think Different reklamına bir bakalım; bu reklamda oynatılan bir çok ünlü isim var: Albert Einstein, Picasso, Gandhi, Muhammed Ali, Martin L. King gibi. Bu isimlerin ortak özelliği yaptıklarıyla fark yaratmaları ve bu şekilde bir idol olmayı başarmış olmalarıdır. Apple’ de kendi felsefesini bu tarz reklamlarla iyi bir şekilde ortaya koymayı başarmış ve bir idol, yönlendirici bir marka olmayı başarmıştır.
  Yenilikçilik denen kavram sadece Apple’ın etrafında dönmüyor tabii ki.  Farklı alanlarda yenilik hep devam eden bir süreç oldu artık. Mesela Sosyal mecralar gittikçe gelişiyor ve değişiyor. Eskiden sadece Msn kullanan kullanıcılar artık farklı alternatiflere geçtiler. Neden çünkü yeni olanlar onlara daha fazlasını sunuyorlardı. Facebook insanlara birçok arkadaşını kendi ağı içinde bulabilme, ileti yazabilme, video yükleyebilme imkanları v.b. bir çok şey sundu. Bugün 7’den 70’e herkesin bildiği ya da kullandığı Facebook birkaç sene önce yoktu; fakat birileri bunu bularak bir yenilik getirdiler sosyal mecra dünyasına. Gelişimde sınır olamayacağını Twiter ve yakın bir zamanda hayatımıza giren, tam aktif kullanımına başlanmamış olsa bile Goole Plus’a bakarak söyleyebiliriz.

            Bu yazılardan bir özet çıkarmamız gerekiyorsa hayatta yenilikçi ve taklitçi insanlar nasıl varsa markalar için de aynı şey geçerli. Yenilik üreten markalar hayatta kalırken,  rakipleriyle benzer şeyler üretmeye çalışanlar zaman karşısında silinip gidiyor.